Görüntülenme: 166528
Çatlak Bir Testi Ne İşe Yarar
2009/03/04 11:22
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

İnsanlara nasihat anlamı taşıyan kıssalar hoşuma gidiyor ve paylaşmayıda çok seviyorum .İşte bunlardan biri daha....

Çatlak Bir Testi Ne İşe Yarar
Çin''de bir adam, her gün boynuna dayadığı kalın sopanın iki
ucuna astığı testilerle dereden su taşırmış evine.. Bu testilerden
birinin yan

kısmında çatlak varmış... Diğeri ise hiç kusursuz ve
çatlaksızmış; ve her seferinde bu kusursuz testi adamın doldurduğu
suyun tümünü taşır, ulaştırırmış eve..Ama her zaman boynunda taşıdığı
testilerden çatlak olanı eve yarım; diğeri dolu olarak varırmış iki
sene her gün bu şekilde geçmiş. Adam her iki

testiyi suyla doldururmuş ama evine vardığında sadece 1,5 testi su
kalırmış...Tabi ki kusursuz, çatlaksız testi vazifesini

mükemmel yaptığı için çok gururlanıyormuş. Fakat zavallı
çatlak olan kusurlu testi, çok utanıyormuş. Doldurulan suyun sadece
yarısını eve ulaştırabildiği için de çok üzülüyormuş. İki yılın
sonunda bir gün, görevini yapamadığını düşünen çatlak
testi,ırmak kenarında adama şöyle demiş:

"Kendimden utanıyorum. Şu yanımdaki çatlak nedeniyle, sular eve gidene
kadar akıp gidiyor.." Adam gülümseyerek dönmüş testiye; "Göremedin
mi? Yolun senin tarafında olan kısmı çiçeklerle dolu.

Fakat kusursuz testinin tarafında hiç yok.Çünkü ben başından beri
senin kusurunu, çatlaklığını biliyordum..Senin tarafına

çiçek tohumları ektim.. Ve hergün o yolda ben su taşırken,sen
onları suladın.. 2 senedir o güzel çiçekleri

toplayıp,masamı süslüyorum. Sen kusursuz olsaydın, o çatlağın
olmasaydı evime böyle güzellik ve zarafet veremeyecektim"

diye cevap vermiş.

Aslında hepimiz birer çatlak testiyiz Her birimizin kendine has
kusurları vardır.

Fakat sahip olduğumuz bu kusurlar ve çatlaklardır hayatlarımızı
ilginç yapan,mükafatlandıran, renklendiren..

Etrafımızdaki her kişiyi,oldukları gibi kabullenin.. Onlardadaki
kusurları değil, içlerindeki güzellikleri görün

demekki neymiş çaylak matlak testi testidir çatlak testiyi saksı olacak şekilde kırıp içine gülde dikebilirdi

aslında (2, demekki neymiş adamlar yapıor abi değilmiş yapamıyorlarmış:D) bu cinli çiçekleri de

yoluyormuş birileri cinliye dallarında daha güzel olduklarını öğretsin  ben olsaydım o testinin içine gül

dikerdim 

kıssadan hisse
2009/03/10 10:14
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,7 (2 oy)

Bir gencin tövbesi



Allahü teâlâ, peygamberi Musa aleyhisselâma hitap edip
" (Ey Musa! Filân mahallede, bizim dostlarımızdan biri vefât etti. Git onun işini gör. Sen gitmezsen, bizim rahmetimiz onun işini görür) buyurdu.
Hazret-i Musa, emir olunduğu mahalleye gitti.
Oradakilere:
-Bu gece, burada, Allahü teâlânın dostlarından biri vefât etti mi? diye sorunca:
-Ey Allahın peygamberi! Allahü teâlânın dostlarından hiç kimse vefât etmedi. Ama, filân evde zamanını kötülüklerle geçiren fâsık bir genç öldü. Fıskının çokluğundan, hiç kimse onu defnetmeye yanaşmıyor, dediler.
Musa aleyhisselâm:
-Ben onu arıyorum, buyurdu. Gösterdiler.
Hazret-i Musa, o eve girdi. Rahmet meleklerini gördü.Ayakta durup, ellerinde rahmet tabakları olup, Allahü teâlânın rahmet ve lütfunu saçıyorlardı.Hazret-i Musa, yalvararak münacaat etti:
-Ey Rabbim! sen buyurdun ki, o''Benim dostumdur.'' İnsanlar ise fâsık olduğuna şahitlik ediyorlar. Hikmeti nedir?
Allahü teâlâ:
(Ey Musa! İnsanların onun için fâsık demeleri doğrudur. Ama, günahından haberleri var, tövbesinden haberleri yok. Benim bu kulum, seher vakti, toprağa yuvarlandı ve tövbe etti. Bizim huzurumuza sığındı. Ben ki, Allah'ım! Onun sözünü ve tövbesini kabul ettim. Ona rahmet ettim ki, bu dergâhın ümitsizlik kapısı olmadığı anlaşılsın!) buyurdu.

güzell teşekkürler IŞIK :)

kuşlar ne diyor?
2009/03/11 15:31
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Kuşlar ne diyor? Kuşların, öterken zikrettikleri doğru mudur?

Evet, doğrudur. Başka şeyler söyledikleri de bildirilmiştir. İmam-ı Begavi hazretleri, Kab-ül-Ahbar hazretlerinden nakleder:
Süleyman aleyhisselamın bildirdiğine göre, bazı kuşlar, öterken derler ki:
Tavus kuşu: Cezalandırdığın gibi cezalandırılırsın.
Hüdhüd: Merhamet etmeyene merhamet olunmaz.
Göçeğen: Ey günahkârlar, Allahü teâlâdan af ve mağfiret isteyin!
Kaya kuşu: Her canlı ölecek, her yeni eskiyip çürüyecektir.
Kırlangıç: Ne yaparsanız, onu bulursunuz.
Güvercin: Yeri göğü mahlûkatla dolduran Rabbimi, noksan sıfatlardan tenzih ederim.
Kumru: Sübhâne Rabbiyyel-a’lâ.
Karga: Allahü teâlâ her şeyi helak edecektir.
Kustat kuşu: Susan, başına belâ ve musibet gelmesinden kurtulur.
Papağan: Düşüncesi dünya olan kimseye yazıklar olsun!
Doğan: Sübhâne Rabbî ve bihamdihî.
Yukarıdaki kuşların ötüşleri, konuşmaları, yalnız bu sözlere ve manalara mahsus değildir. Neml suresinde, karınca ve hüdhüdün konuşmalarının bildirilmesinden, ihtiyaca göre öterek ses çıkardıkları, konuştukları anlaşılmaktadır.
Kuşların, diğer vahşi hayvanların sesleri ve kâinattaki hareketlerin hepsi, Allahü teâlânın, peygamberlerine ve evliyasına hitabıdır. Evliya, bu ses ve hareketleri makamları ve derecelerine göre anlar; çünkü peygamberler, kuşların ve diğer hayvanların dillerini aynen bilirler. Evliya-yı kiram ise, onların dillerini aynen bilemez. Sadece, onların seslerinden kendi hallerine ait olan hususları, Allahü teâlânın kalblerine ilham etmesiyle bilirler. (Ruh-ul-Beyan, Peyg. Tarihi Ans.)

kargalarla leylekler ne diyor acaba??

CAMBAZ demiş ki;

kargalarla leylekler ne diyor acaba??
 

Senin için google dan baktım ama bulamadım .Ama katılımın süper.Tebrik edrim seni.

Karga: Allahü teâlâ her şeyi helak edecektir.

http://www.ahirzaman.net/hzsuleyman02.html

 

ışık bir çatlak testi olarak yazdığın yazıyı cok begendim ve bizimle paylaştığın için cok teşekkür ederim.herşeye rağmen insanları hatalarıyla kabullenerek ve bunları çiçeklere dönüştürebilecegimizi hatırlattı bu yazı bana....

insan ömrü ne kadar olur?
2009/03/12 16:02
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 5,5 (1 oy)


Ezanla Nmaz Arası

Torunu, bembeyaz sakallı, nur yüzlü dedesine merakla sorar:
"Dedeciğim! Bir insanın ömrü ne kadar olur?"
Dede tatlı bir gülücükle:
"Ezanla namaz arası kadar yavrucuğum." deyince torun:
"Nasıl yani, ömür bu kadar kısa mı?"
"Evet yavrum. Ömür, namazsız ezanla, ezansız namaz arası kadardır." diye dede biraz daha açar ilk sözünü. Torun yeniden sorar:
"Namazsız ezan ve ezansız namaz" ne demek dedeciğim?
Dede torununa şefkatle açıklar:
"Bak yavrum, geçen hafta komşumuzun çocuğu doğdu. O çocugun kulağına ben ezan okudum, hatırladın mı?"

- Evet, dedeciğim.
- İşte o ezanın namazı yoktur, sen de gördün ki namaz kılmadık.
- Haklısın dedeciğim, şimdi fark ettim.
- Pekiyi geçen ay dayın vefat ettiğinde onun cenazesini bizim camiye getirdiğimizde sen de vardın. Hatırlarsan dayın için cenaze namazı kıldık hep beraber.
- Evet dedeciğim, yengem cok ağlamıştı.
- Dikkat ettiysen o namaz için ezan okunmadı, çünkü cenaze namazının ezanı olmaz.

Aslında cenaze namazının ezanı merhum dayın doğduktan sonra minik bir bebekken kulağına okunmuştu diye düşünebilirsin. İşte yavrum hayatımız bu namazsız ezanla başlar ve bu ezansız namazla sona erer, ama bu sona eriş bir başka baslangıca işaret eder.

"Hayat, EZANLA NAMAZ ARASI KADAR SÜRER"
Sakin sana verilen ömür sermayesini ziyan etme.Ömrünü hayırlı işlerle dolu dolu geçir, bir nefes bile boşluk bırakma!

 

 

serçelerin çenesi pek düşük  vıcıwicikciwkciwk (okuyun onların seide böle:D) cıvır cıvır ne bunların derdii:D  

CAMBAZ demiş ki;

serçelerin çenesi pek düşük  vıcıwicikciwkciwk (okuyun onların seide böle:D) cıvır cıvır ne bunların derdii:D  
 

Bir ilahi vardır bilmem bilirmisin CANBAZ.Sultan 3.Murat yazmış sözlerini.Bu ilahiyi dinlemek  ibadet noktasında çok eksiklerim olduğunu hatırlatır bana.

Serçelerde muhakkak zikirdedirler......

UYAN EY GÖZLERİM GAFLETTEN UYAN- SULTAN 3.MURAD HAN

Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan
Azrail’in kastı canadır, inan.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Seherde uyanırlar cümle kuşlar
Dill-u dillerince tesbihe başlar
Tevhid eyler dağlar taşlar ağaçlar
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Semâvâtın kapuların açarlar.
Mü’minlere rahmet suyun saçarlar…
Seherde kalkana hülle biçerler.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Bu dünya fanidir sakın aldanma.
Mağrur olup tac-u tahta dayanma.
Yedi iklim benim deyu güvenme.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

Benim, Murad kulun, suçumu affet.
Suçum bağışlayub günahım ref’ et.
Rasûl’ün sancağı dibinde haşret.
Uyan ey gözlerim gafletten uyan!
Uyan uykusu çok gözlerim uyan

 

Yanıt: Çatlak Bir Testi Ne İşe Yarar
2009/03/16 14:37
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 6,5 (1 oy)

Belki Son Günündür.


            Adam, telaşlı, öfkeli bir halde hanımına bağırıp, çağırıyordu. Babalarının sesini duyan iki çocuk ise yataklarından kalkıp salona gelmişti. Babalarının öfkesini görünce, korkmuş, sinmiş halde birer koltukta sessizce oturup kalmıştı.
            Adam, çocuklara, hanımın üzüntüsüne aldırmadan söylenip duruyordu;
            -Söyledim değil mi, söyledim. Bu gün toplantı olduğunu, açık mavi gömleği ütülemeni söyledim. “Kahverengi gömlekle gidiversen nolur!”muş. Bu gün sunum yapacağım, karamsar bir görüntü mü vereyim, dinleyenlerin içi kararsın, bu da projeye verecekleri oyu etkilesin! Bunu mu istiyorsun?
            -Tamam bey, bitti işte.
            Adam açık mavi göleği hışımla aldı;
            -Bitti, tabi bitti ama ben geç kaldıktan sonra bitmiş neye yarar.
            Hanımı çocukların korkmuş yüzlerine baktıktan sonra, yine eşini sakinleştirmeye çabaladı;
            -Dün bundan da geç çıkmıştın, vakit var, yetişirsin.
            -Anlamıyor ki, anlamıyor ki. Bu gün sunumu ben yapacağım. Herkesten önce gitmeliyim ki, gelecek önemli konuklara ‘Hoş geldi’ demeliyim.
            Adam bir sürü söz daha söylenerek, bağırarak çıktı, arabasını çalıştırıp uzaklaştı. Hanımı, direksiyon başında da öfke saçan eşinin halinden endişelendi, “Bir kaza yapmasa bari…”
            Eşi uzaklaşınca, çocuklarının yanına gidip sarıldı, rahatlatmaya çalıştı.
            -Madem erkenden kalktınız, hemen size sultanlara layık bir kahvaltı hazırlayıp getireceğim.
            Mutfağa geçti, zihnindeki huzursuzluğu dağıtmak için hemen neşeli müzikler çalan bir radyoyu açtı. Ocağa haşlamak için yumurta koydu, cezvede süt ısıtmaya başladı. Masaya zeytin, peynir, reçel koymayı da ihmal etmedi.

Biraz sonra çocuklarına seslendi

-Kahvaltınız hazııır!

Çocuklar kahvaltıya otururken, radyoda müziğin birden kesilmesi dikkatini çekti. Son dakika haberi anonsuyla, radyonun sesini biraz daha açtı. Radyo’da zincirleme bir kaza haberi vardı. Ayrıntılarla biraz sonra birlikte olacağız demişti spiker ama kazanın yerini söylediği andan itibaren o sandalyesine yığılıp kalmıştı. Spikerin bahsettiği kaza yeri, kocasının her gün işe giderken geçtiği dörtlü kavşaktı.

Eşinin bu kavşaktaki trafikten şikayetçi olduğunu, her sabah yoğun bir trafik olduğunu söyleyişi aklına geldi. “Geç kaldım diye acele edip acaba o da…” Aklına gelen düşünce içini daha da yaktı, hemen ayağa kalktı.

-Çocuklar, unutmayın ocağa yaklaşmak yasak. Kahvaltınızı yapıp salona geçin, oynayın. Benim acil bir yere uğramam gerek, kapıyı da kimseye açmayın tamam mı?

Çocukları uslu, söz dinler olduğu halde, çok kısa süreli de olsa evde yalnız bırakmak zorunda kalsa tekrar tekrar tembihte bulunurdu.

Sokağa çıkmak için üzerine bir şeyler aldı, cebine de bir taksi parası aldı. Kapıya yöneldiğinde kocasının bu kazada ölmüş olabileceği endişesiyle kabaran yüreğine daha fazla dayanamayıp, ağlamaya başlamıştı. Göz yaşlarını çocukları görmesin diye, açık olan mutfak kapısına sırtını dönmeye özen gösteriyordu. İçindeki acının kocasının ölmüş olma ihtimali kadar, giderken kendisini kırması ve çocuklarının önünde bağırıp çağırmasından da kaynaklandığını anladı. Oysa her zaman böyle öfkeli değildi.

-Eğer ölürse, çocuklarım babalarını, son gördükleri haliyle mi hatırlayacak? Kalp kıran, öfkeli bir baba olarak mı kalacak akıllarında?

Kapıdan çıkarken, çocuklarına bir kez daha seslenecekti ama artık akan gözyaşları saklanamayacak haldeydi. Hemen kapıyı açıp dışarı çıkmak için hamle yaptı ama karşısında kapıya doğru adım atmakta olan kocası vardı.

Adam, bir an karısının ıslak yanaklarına baktı; “Haberleri mi dinledin?” diye sordu. Hanımı, konuşamadan sadece başıyla onayladı. Adam, önce sarıldı, sonra eşinin yanaklarını sildi.Hanımı zorlukla sordu;

-Hani önemli bir toplantına geç kalmıştın, niye döndün?

-Kaza benim hemen yakınımda oldu. O anda toplantıdan daha önemli bir şeyi unuttuğumu hatırladım. Eğer o kazada ölseydim…

O anda çocuklar da yanlarına gelmiş, babalarının yine öfkeli olabileceğini düşünerek, annelerinin yanında durmuştu. Adam, bütün içten, samimi gülümsemesiyle çocuklarını yanına çağırdı, boyunlarına sarıldı, yanaklarından öptü.

-Ben bu gün büyük bir hata yaptım ve evden çıkarken, sizleri ne kadar sevdiğimi söylemeyi unuttum. Böyle önemli bir şey unutulur mu hiç. Ne yapalım, ben de geri döndüm.

Kavak Ağacı ile Kabak
Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

-Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?
-On yılda, demiş kavak.
-On yılda mı? Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.
-Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!
-Doğru, demiş kavak.
Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:
-Neler oluyor bana ağaç?
-Ölüyorsun, demiş kavak.
-Niçin?
-Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için.
1.Ders:
Çalışmadan emek harcamadan gelinen nokta başarı sayılmaz. Kolay kazanılan, kolay kaybedilir. Her işte alın teri ve emek şarttır.

 

En iyi Buğday

Her yıl yapılan 'en iyi buğday' yarışmasını yine aynı çiftçi kazanmıştı. Çiftçiye bu işin sırrı soruldu. Çiftçi:
-Benim sırrımın cevabı, kendi buğday tohumlarımı komşularımla paylaşmakta yatıyor, dedi.
-Elinizdeki kaliteli tohumları rakiplerinizle mi paylaşıyorsunuz? Ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? diye sorulduğunda,
-Neden olmasın, dedi çiftçi.
-Bilmediğiniz bir şey var; rüzgâr olgunlaşmakta olan buğdaydan poleni alır ve tarladan tarlaya taşır.
Bu nedenle, komşularımın kötü buğday yetiştirmesi demek, benim ürünümün kalitesinin de düşük olması demektir.
Eğer en iyi buğdayı yetiştirmek istiyorsam, komşularımın da iyi buğdaylar yetiştirmesine yardımcı olmam gerekiyor.
2. Ders:
Sevgi ve paylaşmak en yakınınızdan başlar. Sonra yayılarak devam eder. Kin, cimrilik, nefret kimsenin hoşlanacağı davranışlar değildir. 

Geleceğini biliyordum…

Savaşın en kanlı günlerinden biriydi. Asker, en iyi arkadaşının az ilerde kanlar içinde yere düştüğünü gördü.
İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar.
Tam siperden dışarı doğru bir hamle yapacağı sırada, başka bir arkadaşı onu omzundan tutarak tekrar içeri çekti,
-Delirdin mi sen? Gitmeye değer mi? Baksana delik deşik olmuş. Büyük bir ihtimalle ölmüştür.
Artık onun için yapabileceğin bir şey yok. Boşuna kendi hayatını tehlikeye atma.
Fakat asker onu dinlemedi ve kendisini siperden dışarıya attı. İnanılması güç bir mucize gerçekleşti, asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı.
Onu sırtına aldı ve koşa koşa geri döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Fakat cesur asker yaralı arkadaşını kurtaramamıştı. Siperdeki diğer arkadaşı;
-Sana değmez demiştim. Hayatını boşu boşuna tehlikeye attın.
-Değdi, dedi, gözleri dolarak, -değdi…
-Nasıl değdi? Bu adam ölmüş görmüyor musun?
-Yine de değdi. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı. Onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim içim.
Ve hıçkırarak arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
-Geleceğini biliyordum… Geleceğini biliyordum…
3. Ders:
Güven vermek önemlidir. Güven duymak önemlidir. Duyulan güveni boşa çıkarmamak daha da önemlidir

Yanıt: Çatlak Bir Testi Ne İşe Yarar
2009/03/20 10:50
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! 7,5 (1 oy)

PENCERE

Genc bir cift, yeni bir mahalledeki yeni evlerine tasinmislar. Sabah kahvalti yaparlarken, komsu da camasirlari asiyormus. Kadin kocasina ' Bak, camasirlari yeterince temiz degil, camasir yikamayi bilmiyor, belki de dogru sabunu kullanmiyor.' demis. Kocasi ona bakmis, hicbir sey soylememis, kahvaltisina devam etmis.  

Kadin, komsusunun camasir astigini gordugu her sabah ayni yorumu yapmaya devam etmis.  

Bir ay kadar sonra, bir sabah, komsusunun camasirlarinin tertemiz oldugunu goren kadin cok sasirmis 'Bak' demis kocasina ' Camasir yikamayi ogrendi sonunda, merak ediyorum, kim ogretti acaba ?' 

'Ben bu sabah biraz erken kalkip penceremizi sildim' diye cevap vermis kocasi.  

Hayatta da boyle degil midir ?  

Baskalarini izlerken gorduklerimiz, baktigimiz pencerenin ne kadar temiz olduguna baglidir. Birini elestirmeden ve hemen yargilamaya davranmadan once zihin durumumuza bakmak ve 'iyi' olani gormeye hazir olup olmadigimizi farketmek guzel bir fikir olabilir ..

 Upppsss....!

Süper yazı...

Paylaşım için teşekkürler..!

Kendini bildi bileli mor menekşeyi çok severdi. Çocukluğunun geçtiği iki katlı evin bahçesinde bahar geldiğinde mor mor açar, mis gibi kokarlardı. Annesi mor menekşeleri hep duvar kenarına dikerdi. Gölgeyi sever menekşeler derdi. Oysa; öğretmeni bitkilerin güneş ışınları ile fotosentez yapığını anlatmıştı onlara. Bitkiler güneş ışığına muhtaçtı.
Mor menekşeler ne tuhaf bitkilerdi...

- "Her bitki güneşi severken, onlar neden gölgeyi tercih ediyorlar?" diye düşündü, durdu Hande...

Küçük, ufacık aklı ile aslında menekşelerin diğer çiçeklerden farklı olduğunu keşfetmişti, işte belki de menekşeler bu yüzden bu kadar güzeldi. Küçücük kafası o gün herkesden farklı olursan, bu hayatta değerli olursun yargısına varmıştı. Daha o yıllarda farklı olmak için uğraş vermeye başladı.

İlk, kimsenin yanına oturmadığı, "Hacerin yanına oturmak istiyorum öğretmenim." diyerek başladı farklılıklarla süren hayatı. Hacer bile şaşırmış, şaşkın şaşkın bakıyordu onun yüzüne. Hacer, çok dağınık, biraz anlama zorlukları olan problemli bir ailenin kızı idi.
Hande ise; mühendis Kamil Beyin biricik kızı... Öğretmen, pek . oturtmak istemedi önce Hacerin yanına Handeyi... Hande, ısrar ediyordu Hacerin yanına oturmak istiyordu.

Daha sonra bir tatsızlık çıkmasın diye öğretmem Hande in annesini çağırdı. Annesi eve geldiklerinde Handeye sordu:
- "Neden yavrum Hacerin yanına oturmak istiyorsun?"

Hande cevap verdi: "Geçen baharda menekşeler ekiyorduk hani anne, o gün sen bana menekşeler güneşi sevmez demiştin. Oysa, her bitki güneşi sever. Menekşeler farklı...
Belki de bu yüzden bu kadar güzeller... Hacerin yanına kimse oturmak istemiyor. Ben farklı olmak istiyorum.Belki, Hacer de güzeldir,onu fark etmek istiyorum." dedi.

Hande in annesinin ağzı açık kalmıştı. İlkokul 4 .sınıf öğrencisi kızının olgunluğuna hayran kalarak :
- "Peki kızım, kimin yanında istersen oturabilirsin." dedi.

Pazartesi, Hande Hacerin yanında oturmaya başladı. Hem Hande tedirgindi, hem Hacer... Birbirleri ile hiç konuşmuyorlardı. Diğer kızlar da soğumuştu Handeden. Nasıl Hacer gibi dağınık, bir şeyi iki kere anlatma ile anlayan fakir bir kızın yanına oturmayı istemişti?

Doktor Cemal beyin kızı Esin idi en çok alınan...Anne babaları her hafta sonu görüşüyorlar, Hande ve Esin birlikte oynuyorlardı her Pazar... Nasıl olur da kendi yerine Haceri seçerdi? Çok gururu kırılmıştı Esinin... Hande ile konuşmuyordu.

Bir gün, Hande ve ailesi, Esinlerle dağ köylerinden birinde gerçekleştirilecek bir panayıra katılmak için sözleştiler.. Hande, gene Esinin somurtacağını bildiği için gitmek  istemiyordu. İçin için de Hacere kızmaya başlamıştı, arkadaşları ile arasının bozulmasına sebeb olmuştu. Neden sanki bu kadar dağınıktı, neden her şeyi iki kerede anlıyordu, yoksa aptal mıydı?

Sonra menekşeleri hatırladı. Hemen düşüncelerinden utandı. Hacer, farklı diye yargılamamaları gerekiyordu. Hacerin kimsenin bilmediği güzelliklerini keşfedecekti. Buna tüm gücü ile inandı.

Tam umduğu gibi olmuştu. Esin, somurtarak karşısında oturuyordu. Hande ile konuşmuyordu. Hande, canını sıkkınlığından biraz dolaşmak için annesinden izin aldı. Köy yolunda yürümeye başladı. Hava iyice soğumuş ve ayaz iyice artmıştı. Kar atıştırmaya başlamıştı. Hande karı çok seviyordu. Yürüdü, yürüdü... Köye gelmişti...

Bir evin önünde durdu. Evin penceresindeki saksıya gözü ilişti. Gözlerine inanamıyordu, bunlar mor menekşelerdi...
Ama kıştı ve menekşeler soğuğu hiç sevmezlerdi, eve doğru bir adım attı, kapıda beliren gölgeyi çok sonra fark etti. Bu Hacer idi. Handeye gülümsüyordu... "Hoşgeldin Hande" dedi Hacer, biraz ürkek "Buyurmaz mısın?"
Şaşkınlıkla kapıya doğru ilerledi Hande ve içeri girdi. Oda, sıcacıktı. Odun sobası her yeri ısıtmıştı. "menekşeler" diyebildi sadece Hande, "bu soğukta???"

Hacer gülümsedi: "Onlar annem için, annem onları çok sever." Sonra yatakta yatan kadını fark etti Hande.

- "Annen hasta mı?" dedi. Hacer: "Evet, 2 sene önce felç oldu, ona ben bakıyorum. Bizim kimsemiz yok. Birtek ineğimiz var, onunla geçiniyoruz ama tüm işler bana baktığı için derslere çalışacak pek vaktim olmuyor." dedi Hacer utanarak...
Bir de dedi: "Bizim köyden şehre araç yok, bu yolu her gün yürüyorum o yüzden de çok yorgun okula geliyorum dersleri anlamakta güçlük çekiyorum."

Hande in gözleri dolmuştu...
Dışarıdan gelen ses ile kendine geldi. Annesi onu arıyordu. Çok merak etmiş olmalıydı... Dışarıya koştu ve annesine sarıldı,ağlıyordu... Bir müddet sonra "Anne, bu Hacer!" diye tanıştırdı sıra arkadaşını...

Hacerlere gidip Hacerin yaptığı sıcak çorbadan içtiler birlikte.

Hande, annesine anlattı Hacerin hayatını, ağlıyarak. "Bir şeyler yapalım anne"dedi...
O hafta, annesi ve Hande, Hacerlere gidip annesi ve Haceri kendi evlerine taşıdılar...

Hacer, artık Handelerden okula gidip geliyordu. Ne dağınıktı, ne de aptal... Sınıfın en iyi öğrencisi olmuştu...

Seneler geçti... Hacer ve Hande bir arkadaş değil, kızkardeşlerdi artık...
Mor menekşeler Handeye Haceri armağan etmişti... Hacere ise; hem Handeyi, hem hayatı...

Seneler sonra ikisi de evlendi... Hacer şimdi bir doktor...
Handeden vicdanın ne kadar önemli olduğunu öğrendi. Hastalarına vicdanı ile birlikte şifa dağıtıyor...

Hande ise; bir öğretmen...Çocuklara farklı olan şeyleri sevmeyi de öğretiyor... Bir kızı var. Adı: HACER MENEKŞE...
Hayatta en çok sevdiği iki şeye birini daha ekledi Hande.
Hacer Menekşe, teyzesi Haceri çok seviyor ve annesine teyzesi için hergün teşekkür ediyor...

SEVGİNİZE KESİNLİKLE ÖNYARGI SOKMAYIN. DAİMA KARŞINIZDAKİNİ DİNLEYİN... GÖRECEKSİNİZ Kİ ÖNYARGISIZ BİR ŞEKİLDE YAKLAŞIRSANIZ,YORUMLARINIZ DAİMA
İSABETLİ OLACAKTIR...
HERŞEY, SEVİNCEYE KADAR FARKLIDIR.... SEVDİKTEN SONRA İSE; SEVGİNİN DİLİ HEP AYNIDIR..

Bu mesaj, m1gin tarafından, 10.06.2009 21:03:03 itibariyle düzenlenmiştir.
Farklılığa Yaklaşım...
2009/03/21 23:55
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Ey CAMBAZ, aktardığınız "Hande ile Hacer" hikâyesi muhteşem...

Özellikle Hande'nin Hacer'in evine konuk olduğu ve Hacer'in bazı zorlukların üstesinden gelmek için nasıl mücadele verdiğini ifade eden satırlarda haylice duygulandığımı hissettim.

Ey ISIK, sizin de "Pencere" adlı hikâyeniz anlamlıydı gerçekten...

Aslında sözünü ettiğim iki hikâyenin ortak yanı, başkalarını ön yargıyla değerlendirmememiz gerektiği...

Teşekkürler...

İngilizce kelime ezberleme oyunu: vav.mbirgin.com

bazen gerçekten hiç bir şey göründüğü gibi olmuyor...palyaçolar gibi... bazen insanın içinde fırtınalar kopuyor , o fırtınlara dayanmaya çalışıyor yüreğinizdeki gemiler,.. tüm bunlar olurken derinlerde bir yerlerde, siz güneşli güzel günler yaşıyormuşcasına rol kesiyorsunuz. o 'bazenler' de repliklerinizi unuttuğunuz oluyor arasıra  da...ve  bunu fark eden birilerini üzmüş oluyorsunuz. oysa siz rol yapıyordunuz o an. ama kimse bilmiyordu sizin ne kadar iyi bir oyuncu olduğunuzu. onlar rol değil gerçek sanıyordu her şeyinizi ve siz aslında bu gerçeklik içinde rolünüzün ezberini unutmamaya çalışıyorsunuz, bazen de rolünüzü unutuyor farklı karakterlere bürünüyorsunuz. o 'bazenler' hiç çekilmez oluyor. siz de çekilmez oluyorsunuz. kimse de sizi çekmiyor zaten. Ve aslında her şeyin tek bir sebebi var. bunu biliyorsunuz. ama problemin kaynağını bilmek yetmiyor. O problemin adı maneviyatsızlık. Kendinizi ve gemilerinizi fırtınaya karşı hazırlamıyorsunuz çünkü. Ve şeytan ve nefis sizi yakalayıveriyor. Siz boğuluyorsunuz. Nefes almakda zorlanıyorsunuz. Hep boşluk... Kocaman bir boşluk. ve siz o 'bazenlerde' çekilmez oluyorsunuz. kimse de sizi çekmiyor zaten( ya da anlamıyor.... anlayamıyorlar...çekseler bile...). ama aslında problemin çözümü; birilerinin sizi çekebilmesi size o 'bazenlernizde' katlanıp, size dayanak olabilmesi...

 

konuyu buraya nasıl getirebildim bilmiyorum. her şey göründüğü gibi olmuyor diyip hacer'e ve Hande'ye bağlayacağımı düşünmüştüm... ama yaz dediler yazdım... parmaklarım.... anlaşılmadığını biliyorum.. henüz ben de anlayamıyorum çünkü.... boş laf kalabalığı... parmaklarım ve dilim bu işde uzman... boş...karışık.. boşver...(dim)..

Bu mesaj, deniz_mavidir tarafından, 22.03.2009 00:30:02 itibariyle düzenlenmiştir.

 Mahkemede 80'lerinde ki çiftin hali içler acısıydı.Boşanmak için orada bulunuyorlardı.

Hakim önce yaşlı kadına verdi sözü."Anlat teyze neden boşanmak istiyorsun?"

Teyze titreyen sesiyle söze başladı;"Bu adam yetti artık, bezdirdi hayattan.Bizim bir sedef  çiçeği vardı, çok sevdiğim.50 yıl önceydi, bana verdiği çiçekler arasından bir yaprağı tohumlamış, ondan büyütmüştüm.

Çocuğumuz olmadı,onları çocuğum bildim.Bir süre sonra kurumaya başladı, iyi gelirmiş dediler her gece güneş doğmadan sulamaya başladım.50 yıl oldu, bu adam bir kere olsun kalkıp ben sulayayım demedi.

Geçen gece uyanamamışım.Hayatımı, herşeyimi verdim.Ben böyle bir adamla 50 sene geçirdim.Ondan birşey görmedim.Bir kerecik olsun benim yaptığım bir işi üstlense ne olurdu.Boşanmak istiyorum."

"Diyeceğin var mı amca?"

"Askerliğimi cumhurbaşkanlığı köşkünde bahçıvan olarak yaptım.Sedef çiçeklerini de orada tanıdım.İlk evlendiğimiz  zamanlar boynunda ağrı oldu, doktora götürdüm.Doktor ,uzun süre uyanmadan

yatarsa boynunda ki kireçler sertleşir,kötüleşir dedi.Her gece kalkıp yürüsün dedi,ama bizim hanım doktoru dinlemedi.O günlerde tesadüf bu çiçek kurumaya yüz tuttu.Çiçeği gece sularsan düzelir

dedim.Her gece O'nu uyandırdım ve çiçeği sulayışını seyrettim.Ve her gece O  yattıktan sonra kalkıp saksıda ki suyu boşalttım,sedef gece sulanmayı sevmez hakim bey.Geçen gece yaşlılık ben de

uyanamadım,uyandıramadım." 

CAMBAZ hikayen gerçekten çok güzel.İnsanın kendine dönüp vicdanını harekete geçiriyor ve çevresindeki insanların güzel yönlerini görmek adına farklı bakış açısı kazandırıyor.Teşekkürler....

Citizen Sedef Çiçeği bildiğim bi hikaye olmasına rağmen her okumamda duygulanıyorum....Sağolasın...

İnanılmaz....

Bir Mimar Sinan eseri olan Sehzadebasi Cami'nin 1990'li yillarda devam eden restorasyonunu yapan firma yetkililerinden bir insaat muhendisi, caminin restorasyonu sirasinda yasadiklari bir olayi tv'de soyle anlatmasti.

Cami bahcesini cevreleyen havale duvarinda bulunan kapilarin uzerindeki kemerleri olusturan taslarda yer yer curumeler vardi.

Restorasyon programinda bu kemerlerin yenilenmesi de yer aliyordu. Biz insaat fakultesinde teorik olarak kemerlerin nasil insaat edildigini ogrenmistik fakat tas kemer insaasi ile ilgili pratigimiz yoktu.

Kemerleri nasil restore edecegimiz konusunda ustalarla toplanti yaptik. sonuc olarak kemeri alttan yalayan bir tahta kalip cakacaktik. Daha sonra kemeri yavas yavas sokup yapim teknikleri ile ilgili notlar alacaktik ve yeniden yaparken bu notlardan faydalanacaktik.

Kalibi soktuk. Sokmeye kemerin kilit tasindan basladik. Tasi yerinden cikardigimizda hayretle iki tasin birlesme noktasinda olan silindirik bir bosluga yerlestirilmis bir cam siseye rastladik. Sisenin icinde durulmus beyaz bir kagit vardi. Siseyi acip kagida baktik. Osmanlica bir seyler yaziyordu. Hemen bir uzman bulup okuttuk. Bir mektup idi ve Mimar Sinan tarafindan yazilmisti. Sunlari soyluyordu.

"Bu kemeri olusturan taslarin omru yaklasik 400 senedir. Bu muddet zarfinda bu taslar curumus olacagindan siz bu kemeri yenilemek isteyeceksiniz. Buyuk bir ihtimalle yapi teknikleri de degiseceginden bu kemeri nasil yeniden insaa edeceginizi bilemeyeceksiniz. Iste bu mektubu ben size, bu kemeri nasil insa edeceginizi anlatmak icin yaziyorum."

Koca Sinan mektubunda boyle basladiktan sonra o kemeri insa ettikleri taslari Anadolunun neresinden getirttiklerini soylerek izahlarina devam ediyor ve ayrintili bir bicimde kemerin insaasini anlatiyordu.

Bu mektup bir insanin, yaptigi isin kalici olmasi icin gosterebilecegi cabanin insan ustu bir ornegidir. Bu mektubun ihtisami, modern cagin insanlarinin bile zorlanacagi tasin omrunu bilmesi, yapi tekniginin degisecegini bilmesi, 400 sene dayanacak kagit ve murekkep kullanmasi gibi yuksek bigi seviyesinden gelmektedir.

Suphesiz bu yuksek bilgiler de o koca mimarin erisilmez ozelliklerindendir. Ancak erisilmesi gercekten zor olan bu bilgilerden cok daha muhtesem olan 400 sene sonraya cozum ureten sorumluluk duygusudur.

Bu mesaj, m1gin tarafından, 23.03.2009 16:24:06 itibariyle düzenlenmiştir.

sevgili IŞIK teşekkürler vaaayyyy beee adama bakk neleri bilmiş  gerçekten inanılmaz.

Ustaya saygı.

Ne varsa içindedir senin
2009/04/01 15:33
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)
M. SAİD TÜRKOĞLU

“KURU AĞAÇ, BAHÇIVANA, ‘EY YİĞİT, HİÇBİR SUÇUM YOKKEN NE DİYE BAŞIMI KESİYORSUN?’ DER. BAHÇIVANSA, ‘SUS A ÇİRKİN HUYLU’ DER; ‘KURULUĞUN SUÇ OLARAK YETMİYOR MU SANA!” (HZ. MEVLANA-MESNEVİ)

Çocukluktan başlayarak kalp, ruh ve beyin topraklarımıza sayısız duygu, düşünce ve latife tohumları ekilir. Tohumun karakteri ve kalitesi neyse elde edilecekler de o kadardır. İşi baştan ciddi tutmak gerekir. Bir dünya toprağına tohum ekerken ne kadar hassas davranırız; toprağın sürülmesi, ıslah edilmesi, tohum seçimi, gübreleme, sulama, sonraki aşamalarda itinalı bakım… Kişilik toprağımız, dünya toprağından daha hassas bir bakıma muhtaçtır. Dünya toprağına kök salmış bir dikeni, zakkumu, ayrık otunu kökünden söküp ondan kurtulmak kolaydır; ama kişilik toprağında uç vermiş duygular, düşünceler kolay kolay sökülüp atılamaz.

Sana, kuru ağaçtan beter kötü duyguların için ayıplama gelirse, yerinde bil ve ayıplayanlara teşekkür et. Bu duygularını budamanın en önemli gerekçesi bunların “kötü” olmasıdır. Ayıplama sana değil, sendeki kötü duygularadır.

Ama nedense her ikazda gururun, “Bu bana nasıl yapılabilir?” Bahanesiyle ayaklanmıştır. Haksız olduğunu ne kadar erken öğrensen o kadar iyi olur. Şikâyet edip başkalarını suçlayacağına kökü kuruyası kötü duygularını bir an önce yok et de yerine gönüllere huzur verecek güzel huylar edin. Altın madenini nerede görseler hemen alır işler ve en seçkin süs eşyası yaparlar. Sonra da kulağa, boyuna, kola, parmağa takarlar ki bu eşsiz güzelliği herkes görsün.

Paslı demiri kim ne yapsın! Paslı demir, onu fırlatıp atan adama: “Beni neden atıyorsun?” diye şikâyet edebilir mi? Şunu derler paslı demire: “Sus ey suratsız, değersizliğin, paslı oluşun atılman için yetmiyor mu? Altın gibi değerli ol, par par parla, seni başlara taç yapalım.”

Tez davran da duygularını, düşüncelerini el üstünde tutulan madenler gibi kıymetlendir, parlat, ki onları fırlatıp atacak bir bahane kalmasın!

Tez davran da duygularını, düşüncelerini el üstünde tutulan madenler gibi kıymetlendir, parlat, ki onları fırlatıp atacak bir bahane kalmasın!

farkında olmalı insan
2009/04/01 19:09
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Farkında olmalı insan bir damlacık sudan nasıl yaratıldıgını farketmeli,anne karnına sıgarken dünyaya neden sıgamadıgını  en  sonunda bir metrekarelik yere nasıl sıgmak zorunda kalacagını farketmeli henüz bebekken  dünya benim dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı oldugunu ölürkende aynı avucların her şeyi bırakıp gidiyorum  işte dercesina apaçik kaldıgını farketmeli.....

BU GECENİN HÜRMETİNE

Er-Ravzu'l Fâık kitabında şu kıssa anlatılır:
Bir vakit Basra'da servet sahibi bir adam vardı. Her senenin âşura gününde müslüman kardeşlerini evine toplar, sabaha kadar Kur'an okuyarak, okutarak geceyi ihya ederler, nerde fakir ve kimsesiz varsa buldurur, tasaddukta bulunur, elinden gelen hayrı fazlasıyla yapardı. Evinin bitişiğinde bir komşusu bulunuyordu ve komşusunun hem anası, hem de kızı senelerden beri yürüyemez vaziyette idiler. Kız, babasına sordu: < BR> - Babacığım bu gün nedir? Komşumuz herkesi evine toplayıp bu geceyi Kur'an ve zikirle ihya ediyor?
Babası:
"-Yavrucuğum, bu gün âşûra günüdür, Allah katında bu günün hürmeti büyüktür", dedi.
Sonra uykuya vardılar. Fakat kız çocuğunun gözüne uyku girmiyordu. Sanki nefesi kesilmiş bir halde huşû ve haşyet ile Kur'an'ı ve zikrullah'ı dinliyordu. Kur'an'ın hatim duâsını yaptıkları vakit, yüzünü semâya doğru çevirip Allah'a niyaz ederek:
"-Ey Mevlâm! Bu gecenin senin indindeki hürmeti hakkı için, senin rızânı kazanmak için bu gece Kur'an'ını okumak için uyumamış kulların hürmeti için beni şu hâlimden kurtar, kalbimin kırıklığını sar!" dedi. Daha sözünü bitirmemişti, o anda âfiyet bularak bütün ağrı ve sancılarından kurtularak kalkıp doğruldu. Sabahleyin bu hali görünce şaşıp kalan babası:
-Kızım bu nasıl oldu? diye sordu.O da:
- Babacığım , bu gün ile Allah'a tevessül ettim. O da ânında bana sıhhatimi ihsan etti, dedi.

..kör kuyu...
2009/04/14 1:02
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Günlerden bir gün, köylerden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun  birine düşmüş.
Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu. Düşmüş işte.
Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine  de  toprak dökülmüştü.
Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde.  Ayıptır söylemesi, anırdı yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü.
Zavallı eşeği kuyunun dibinde melul mahzun bakınıyor.  Üstelik yaralanmış.
Karşılaştığı bu durumda kendini eşeği kadar zavallı hisseden  adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl çıkarsak soruları havada kaldı.
Sonunda karar verildi ki kurtarmak için çalışmaya değmez.
Tek çare, kuyuyu toprakla örtmek.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar.
Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkinerek  dibe döktü.
Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde her an biraz daha  yükseldi .
Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.  Köylüler ağzı açık bakakaldı.

Hayat, bazen bizim de üzerimize abanır.   Ne bazeni, çoğu zaman.

Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur.

Bunlarla başetmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlığa adım atmaktır.

Kör kuyuda olsak bile...

.. hayat...
2009/04/14 21:30
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

Adamın biri, bir çocuğa bir elma vermiş.
Çocuk çok sevinmiş.
Bir elma daha vermiş.
Çocuk daha çok sevinmiş.
Bir elma daha verince;
çocuk sevinçten deliye dönmüş.
Ve bir elma daha verince,
çocuk dört elmayı elinde zaptedememiş,
sonuncusunu düşürmüş yere...
Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk.

Hayat böyledir işte...

Hayal etmediğimiz bir saadete eriştikten sonra,
onun bir lokmasını dahi kaybetmek bizi perişan eder.

"Keyifler değildir yaşamı değerli yapan.
Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan

alıntıdır...

Yanıt: .. hayat...
2009/04/15 7:24
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

ah keşke elimizdekilerin kıymetini bilsek ............................teşekkürler prisca

Bir Azim Hikayesi...
2009/04/17 1:31
Bildir! Alıntı ile cevap yaz Oyla! (0 oy)

 Tek Kollu Karateci



Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti.

Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep aynı hareketi yapıyorlardı.

Çocuk bir gün hocasına "Hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu.
Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı.
Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "Hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "Sen sadece hareketi yap" cevabını verdi.

Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu.

Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "Hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum".

Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "Senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak".
Abonelik Bilgisi Abonelik
Kullanıcı Adı:
Parola:
Bilgi Hatırlatma Yeni Üyelik
İletişim | Kullanım Şartları | Reklam Bilgileri | Tüm Üyeler | Ne Nasıl Yapılır? | Arama | RSS | Twitter | Facebook | Youtube

Son Üyeler: Gakk, busbus, siyamiaytar, 1234123123123, Siyami,
Son Oturumlar: